“`html
Cennet Bahçesi ve Kadınların İsim Verme Gücü
“RAB Tanrı doğuda, Aden bölgesinde bir bahçe yarattı. Yaratmış olduğu Adem‘i oraya yerleştirdi.”
15 RAB Tanrı, Aden bahçesine göz kulak olması ve onu işlemesi için Adem’i orada tutuyordu.
18 Ardından, “Adem’in yalnız kalması doğru değil” dedi, “Ona eşlik edecek bir yardımcı yaratacağım.”
19 RAB Tanrı, yeryüzündeki hayvanların ve gökyüzündeki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara hangi isimlerin verileceğini belirlemek amacıyla hepsini Adem’e getirtti. Adem, her bir canlıya verdiği isimle anılmaya başlandı.
20Adem, hem evcil hem de vahşi hayvanlara, ayrıca gökyüzünde uçan kuşlara ad koydu. Ancak kendisi için uygun bir eş bulunamadı.”
CENNET BAHÇESİ’NDE KADINLIĞIN ÖNEMİ: GÜVERCİNLER GİTTİĞİNDE
Kutsal Kitap’taki bu hikâyeye göre Tanrı, Cennet Bahçesi’ni yarattıktan sonra adı verilen tüm canlıları Adem‘e getirir. Artık her canlı, Adem‘in koyduğu isimle anılacaktır. Altıncı günün sonunda Adem, kendi kaburgasından yaratılmış “yardımcıya” “Kadın” adını verecektir. Tüm dünya, Adem’in belirlediği isimlerle tanınacaktır; çünkü Adem isimlendiren kişidir.

Bu bağlamda, Mercè Rodoreda’nın Güvercinler Gittiğinde adlı eserindeki anlatıcı Natalia, Quimet tarafından eş olarak seçildiğinde önce adlandırma sürecine maruz kalır: “Ona uzun süre baktım ve benim adım Natalia dedim, derken Quimet gülümseyerek sadece tek bir adım olabileceğini savunur: Colometa.” Rodoreda’nın Kutsal Kitap’tan ilham alan bu derin romanında adlandırma meselesi, elbette ki Adem’in isimlendirici rolünü vurgular. Quimet, Natalia’nın rızası olmadan onu eş olarak seçer ve bu yeni adlandırma ile kendi egemenliğini kurar. Colometa, artık Quimet’in kararları karşısında edilgen bir özne haline gelir; nişanlısından ayrılacak, Quimet’in öfke gösterişleriyle savaşacak ve adıyla birlikte öz benliğini kaybedecektir.
KADINLAR TARİH BOYUNCA PARÇALANARAK ÖLÜR
Colometa, evlenir ve nikah gününde kilise papazından Adem ile Havva’nın hikâyesini dinler. Papaz, cennet bahçesindeki mutluluğun Havva tarafından bozulduğunu, Adem’in her zaman iyilik peşinde koştuğunu anlatır. Ancak Colometa, evliliğe dair başka şeyler de işitmiştir:
- “Çiçekli yoldan giriliyor, gözyaşlarıyla dolu olan yoldan çıkılıyor denir. Ve mutluca tuzağa düşürülürsün…”
- “Küçüklüğümden beri duymuş olduğum, kadınların parçalanarak ölme korkusuydu. Evlendiklerinde hemen başlar bu durum. Eğer tam parçalanmamışlarsa, doktor veya bir cam parçasıyla bu süreç tamamlanır ve sonuç hep böyle kalır.”
Günler geçer, Colometa iki çocuk doğurur. Quimet, onlara isim vermek hakkını kendisine saklar. Colometa, “Adı Antoni” diye bahsettiğinde bile, bütün canlılar adına Adem gibi onun mülküdür. Kendi deneyimsizliğine rağmen bu gerçeği bilmektedir; görünüşte mahcup ama içten gözlemleri ile dolu bir bireydir. Hayatını olduğu gibi yansıtmak zorundadır, duygularını işin içine katmadan, örneğin Kutsal Kitap’ın diline bürünerek.
Quimet ve arkadaşları iç savaşta cepheye giderlerken, Colometa için zor zamanlar başlamış olur. İki çocuğuyla birlikte zor günler geçirir ve umutsuzca yaşamaktan vazgeçmeyi düşünür. Zenginlerin yanına iş bulmaya çalışır. Quimet’in ölüm haberi, tüm hayatını baştan sorgulamasına yol açar. Bir gün, her zaman güvercin yemleri veren aktar, onu adıyla çağırır. Bu, artık bir birey olarak tanınacağının göstergesidir. Oğluyla aynı adı taşıyan ve savaşların erkeği etkisiz kıldığı aktarla yeni bir hayata başlar, Natalia olarak anılmaya başlayacaktır. Çocuklarını birlikte büyütürler ve her şeyde onun sözü ve eylemi olur.
Antoni’nin güçsüzlüğü, iki farklı şekilde yorumlanabilir: Rodoreda, Cennet Bahçesi ütopyasının sona ermesinin nedenini cinsellikte aradığı için mi Natalia’yı cinselliğin yer almadığı bir mutluluk sahnesine sokmayı tercih etti? Ya da cinsel iktidarsızlık, patriyarkanın çöküşü olarak mı değerlendirilmelidir? Rodoreda, Kutsal Kitap’ta onurlandırılan erkekliği yerle bir ederek, Natalia’ya yeni fırsatlar sunar. Roman, Natalia’nın, Antoni’nin bedenini her yönüyle hissettiği bir mutluluk sahnesiyle sona erer. Öne çıkan husus, “erkekliğin” sona erdiği yerde gerçek aşkın doğmasıdır.
KADIN TARİHYAZIMI: NASIL OLDU?
İtalyan yazar Natalia Ginzburg’un romanının başlığı, sade bir şekilde etkileyici bir tarih yazımı sunar: İşte Böyle Oldu. Adem tarafından adlandırılan dünyanın tarihi, bu cümleyle sorgulanır. Aynı zamanda kahramanlıkla nicht ödüllendirilen bir anlatının ilk cümlesidir. ‘Sonra ne oldu?’ yerine ‘Önce ne oldu?’ sorusunu sormada bir cümledir. Bu bir taraftan neden-sonuç ilişkisini kurma isteği göstermektedir. “İşte Böyle Oldu” cümlesi, anlatının adı ve yasa belirleyicilerin elinden alınmasına yönelik bir denemeyi temsil eder.
Kurgu, romanın başında her şeyin kaynaklandığı ana işaret eder:
“’Bana gerçeği söyle’ dedim, ‘Hangi gerçeği?’ dedi, bir yandan da not defterine hızlıca bir şeyler yazmaktaydı. Ne yazdığını gördüm; kocaman kara bir duman bulutuyla dolu bir tren çizmişti, kendisi de pencereden eğilmiş mendil sallıyordu.
Alnının tam ortasına ateş ettim.”(1)

İyi huylu kadın, kocasını alnının ortasına vurmuştur. Peki, öğrenmek istediği gerçek nedir? Muhtemelen kocasının sadakatsizliklerine dair bir gerçektir; fakat tarih yazımından bahsettiğimizde, ad ve yasa koyucuların anlattığı tarihe dair bir gerçek arıyor olabilir mi?
Anlatıcı, kendisinden yaşça büyük ve diğerlerinden pek de yakışıklı olan Alberto’nun sevdiğini düşünür. Alberto, öz hayatı hakkında bir fikir vermeden kadının tüm sorularına gizemli bakışlarla karşılık verirken, Anlatıcı tüm yaşamını ortaya koymuş, hiçbir gizemi kalmamıştır. Alberto aslında evli bir kadına aşık ama acımak zorundadır. Anlatıcı, Alberto’yu zamanla tanıyacak ve sadece bir eşya gibi horlanacağını anlayacaktır.
Birine aşık olmak, tiksinerek evlenme isteği nedendir? Belki de annesinin belirttiği gibi, evlilik bir “bilmece”dir. Ya da Güvercinler Gittiğinde’deki Senyora Enriqueta’nın söylediği gibi, her kadının bir kocası ve üstünde bir dam olması gerektiğini düşündüğü için…
Alberto’nun kendisini aldattığını öğrenen Anlatıcı, durumu kabullenir ama çocuğunu kaybettikten sonra Alberto’ya kapılır. Durgun, sıkıcı hayatında, Alberto’dan başka bir şey kalmaz; şimdi, Alberto’dan korkmaya başlar:
“Alberto’ya yeniden âşık olmuştum ama bunu fark ettiğim anda büyük bir korkuya kapıldım. Onun bir daha geri dönmeyecek kadar uzaklaşacağı düşüncesi beni ürpertiyordu. Çinko sandığa baktıkça dehşete kapılıyordum.”
Alberto, Anlatıcı’ya dönüş yapması gerektiğini söyler; Quimet’in otoriter tavrı onun içinde de vardır. Anlatıcı, kocasına karşı duyduğu korku ve tiksintiyi bu kötü alışkanlığa yorar:
“Her genç kızın böyle hissedebileceğini düşündüm; cesur olmak gerekliydi. Duygularının küçük patikalarını izlemektense, kendi hayatını nasıl şekillendirebileceğini düşünmeliydi.”
Bu hikâye, Jane Eyre’nin evlendiği gün aynadaki silüetinin kabus gördükleri midir? Kadınlığa dair bilinenlerin, onlara içe dönmeye yönelik düşüncelerin veya kocalarının yetersizliğinin, acımasızlığının ağır yükü mü?
Anlatıcı, kocasının alnının ortasına ateş eder. Karakola gittiğinde;
“Her şeyi, ilk günden başlayarak bazı önemli ayrıntılarla birlikte sıradan bir durummuş gibi anlatmamı istiyorlardı. Uzun bir hikaye ama anlatmama izin vermelerini talep etmem gerekecek.”
Anlatıcının talebi, tarih yazımında göz ardı edilen özel alanın görünür kılınmasıdır. Günlük hayatın, basit olayların anlam bulması istenir. Ancak yalnızca bu şekilde bu cinayetin veya tarihin sırrı çözülecektir. Ademin evinde kadın, tarih yazımını üstlenmiştir.
ŞİMDİ YARATMAK ZAMANI: SARı DUVAR KÂĞIDI
Charlotte Perkins Gilman’ın önemli eseri Sarı Duvar Kâğıdı’nın(3) anlatıcısı, kocasıyla birlikte geldiği büyük, koloniyal malikanenin çocuk odasındaki sarı duvar kâğıdında isyanın ifadesini bulur. Kocası tarafından düşünmesi, yazması ve içsel bir yolculuk yapması yasaklanmış olan Anlatıcı, hapsolduğu odada ilk başta korktuğu ve nefret ettiği duvar kâğıdını gözlemlemeye başlar. Gotik romanların sık kullanılan mekanı olan korkutucu malikanenin seçilmesi aslında bir tesadüf değildir. Parçalanarak ölme metaforu burada da yer almaktadır; ama Anlatıcı kendi iyiliği için yasaklanan yaratıcılık yeteneğiyle odadan kurtulmayı başaracaktır. İçinden binlerce kadının sündüğü Sarı Duvar Kâğıdı, yazının ve yaratıcılığın sembolüdür. Sonunda, ad koyan, yasa belirleyen ve anlamlandıran Adem’in, Anlatıcı’nın isyanı karşısında bayılmasının, bilimin kadına atfettiği histelikle açığa çıktığının kanıtı olduğu görülecektir.

Natalia, Adem‘in koyduğu isimlerden kurtulup, Ginzburg’un adsız anlatıcısı tarihyazımını dengelemeye çalışırken; Sarı Duvar Kâğıdındaki kadın ise düşündürülen hayal gücü ile özgürlüğünü bulmaktadır. Gerçekten de, Adem’in evinde bir isyan var: Kadınlar, zeka eksikliği ve sıradanlıkları ortaya konulan kahramanları ve üzgün görünmeleri için yaptıkları ana hikayeleriyle Cennet Bahçesi’ni yerle bir ediyorlar. Söylentilere göre Havva’nın da yaptığı gibi…
NOTLAR:
(1) Merce Rodoreda, Güvercinler Gittiğinde, Çev. Suna Kılıç, İstanbul: Alef Yayınevi, 2018.
(2) Natalia Ginzburg, İşte Böyle Oldu, çev. Şemsa Gezgin, İstanbul: Can Yayınları, 2022.
(3) Charlotte Perkins Gilman, Sarı Duvar Kâğıdı, çev. Aksu Bora, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2012.
“`
More Stories
Kaymakam İlyas Memiş, Öğrencilerle İftar Programında Bir Araya Geldi
112 yıllık tarihi org, Jacob Benda yorumuyla tekrar sahneye çıktı
Mustafa Kutlu’nun eserinden sinemaya uyarlanan “Mavi Kuş” filminin çekimleri başladı